Ayasofya, dünya tarihi boyunca inşa edilmiş en önemli mimari eserlerden biri. Ayasofya, inşa edildiği 537 yılından, yaklaşık bin yıl sonrasına kadar dünyanın en büyük tapınağı olarak kaldı. 900 yıl kilise, 500 cami ve 85 yıl da müze olarak kalan Ayasofya, 2020 yılının Temmuz ayından itibaren tekrar camiye çevrildi.
Ayasofya’yı binlerce yerli ve yabancı turiste gezdirmiş bir rehber olarak, bu yazıda size Ayasofya tarihi ve mimarisi hakkında kısa ve özet bilgiler vermeye çalışacağım. Ayasofya artık camiye çevrildiği için giriş ücreti alınmıyor ve diğer İstanbul camileri gibi ibadet saatleri haricinde ziyaret edilebiliyor.
İstanbul’un en turistik semti olan Sultanahmet’te yer alan Ayasofya, tam 1500 yaşında. Ancak günümüz Ayasofyası, aslında burada inşa edilmiş ilk yapı değil. Şimdi isterseniz aynı yerde inşa edilen üç ayrı yapının hikayesine bir göz atalım.
İçerik Listesi
Ayasofya Tarihi

Ayasofya tarihi ve İstanbul’un tarihi adeta iç içe geçmiş durumda. Bu yazıda Ayasofya’nın tarihçesini hakkıyla anlatabilmek için biraz detaya gireceğiz. Ayasofya’nın önce kilise, sonra da cami olarak tarihi hakkında bilgi edineceğiz. Keyifli okumalar dilerim.
1. II. Konstantius Dönemi Ayasofya
İstanbul’un en eski kiliselerinden olan Aya İrini, İstanbul’u Roma İmparatorluğu’nun başkenti ilan eden İmparator Konstantin (Constantinus) tarafından inşa edilmişti. Oğlu II. Konstantius babasının başlattığı projeyi bir adım öteye taşıdı ve birinci dönem Ayasoyfa’yı inşa etti. Böylece Aya İrini ve Ayasofya birleştirildi ve “Megale Ekklesia” (Büyük Kilise) adı verilen bir yapılar topluluğu haline geldi.
II. Konstantius Dönemi Ayasofya‘nın yok olmasının temeli bir halk isyanına dayanır. İmparator Arcadius’un eşi olan İmparatoriçe Aelia Eudoxia kendisinin gümüş bir heykelini kilisenin önündeki meydana diktirmişti. Bu olay şehrin en kıdemli din adamı olan Patrik Ioannis Hrisostomos tarafından hoş karşılanmadı.
İmparatoriçenin kibrine ve yaşam tarzına şiddetle muhalefet eden ve bunu vaazlarında dile getiren patrik, imparator tarafından şehirden sürgün edildi. Halkça sevilen din adamının uğradığı zulüm, herkesi çılgına çevirmişti. İsyanla son bulan kargaşada, birinci dönem kilise yanıp kül oldu.
2. II. Theodosius Dönemi Ayasofya

Bir sonraki imparator II. Theodosius yeni bir kilisenin inşasına girişti. Tamamen taş ve mermerden oluşan II. Theodosius Dönemi Ayasofya, oldukça güzel bir yapıydı fakat o da yaklaşık 100 yıl sonra başka bir isyanın kurbanı oldu. Bu isyan Ayasofya tarihi için bir dönüm noktası olduğundan, biraz detaya girmemiz gerekecek.
İmparator Justinianus
527 yılında tahta çıkan Justinianus, oldukça güçlü bir hükümdardı. Roma İmparatorluğu‘nun eski şan ve şöhretini geri kazanmak istiyordu. Bir Doğu Roma (Bizans) imparatoru olarak ömrünü Avrupa‘nın yeniden fethine harcadı ve kısmen de başarılı oldu. İtalya‘yı tamamen ve İspanya‘yı kısmen geri alan imparator, ataları Julius Caesar ve Augustus gibi zaferlerle anılmak istiyordu.
527 yılından, 565 yılına kadar 38 yıl tahtta kalan İmparator Justinianus, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Kanuni Sultan Süleyman gibi zirve dönemini simgeler. En geniş sınırlarına ulaşan Doğu Roma İmparatorluğu, bu dönemde görkemli yapılar inşa etmiştir. Ancak Justinianus’un bu başarılara ulaşması pek kolay olmadı. İktidarının beşinci yılında başlayan bir isyan yüzünden az kalsın canından olacaktı.
Nika Ayaklanması
Hırslı bir imparator olan Justinianus‘un, şehrin en önemli takımları olan Maviler ve Yeşiller ile inişli çıkışlı bir ilişkisi vardı. Günümüzün Sultanahmet Meydanı‘nda bulunan Hipodrom’da yapılan araba yarışları, bir spor müsabakasından öte bir şeydi. Bu takımlar halkı temsil ediyor ve günümüzün siyasi partileri gibi taraftar topluyordu.
İktidara gelmeden önce Maviler ile iyi ilişkileri olan Justinianus, imparator olduktan sonra iki takımı da dışladı ve güçlerini törpüledi. Liderleri tutuklanan Maviler ve Yeşiller çıldırmıştı. Sıradan bir gün gibi gözüken 13 Ocak 532 günü, araba yarışları sırasında isyan ettiler. İmparatorluk locasında oturan Justinianus şok olmuştu. Yaklaşık 40.000 kişi imparatora hakaret ediyordu.
Patlak veren Nika Ayaklanması günler sürdü ve tüm şehre yayıldı. Justinianus az kalsın şehirden kaçacaktı. Ancak Bizans tarihinin en önemli imparatoriçesi olan Theodora tarafından kalmaya ikna edildi.
General Belisarius İsyanı Bastırıyor
Ordu seferde olduğu için hükümdarın eli kolu bağlıydı. İvedilikle saray muhafızlarını organize etti ve onları Bizans İmparatorluğu‘nun gelecekte en parlak generali olacak olan Belisarius‘a teslim etti. Belisarius ve Mundus adlı generaller Hipodrom’a hücum ederken, üçüncü general olan Narses ise kaçanları avlıyordu.
Bugün Sultanahmet Dikilitaşı’nın olduğu Hipodrom‘da 30.000 kişi kılıçtan geçirildi. Ne kadar acıklı bir öykü olsa da, her son yeni bir başlangıçtı. İsyancıların yakıp kül ettiği binalar yeniden inşa edilecekti. Bunların arasında Ayasofya ve Aya İrini de vardı.
3. Justinianus Dönemi Ayasofya

İmparator Justinianus isyandan sağ çıkmıştı ve iktidarını korumayı başarmıştı. Buna karşılık itibarından ve otoritesinden çok şey yitirmişti. İmparator öyle bir şey yapmalıydı ki, halkın takdirini tekrar kazanmalıydı. Böylece Justinianus Dönemi Ayasofya için girişimler başladı. Bu amaçla dönemin en parlak matematikçileri olan Anthemios ve Isidoros göreve çağrıldı.
Egeli olan bu iki bilim adamından Anthemios, daha önce de saray mimarlığı yapmıştı. Ayasofya’ya benzerliğinden dolayı Küçük Ayasofya Camii olarak anılan Sergios ve Bakhos Kilisesi’ni inşa etmişti. Günümüzde Sultanahmet’te bulunan ve çoğu zaman gözden kaçırılan bu mimari eser, Ayasofya’dan bile eskidir.
Anthemios‘un mimari tecrübesi ve hocaların hocası Isidoros’un dehası birleşince, ortaya bugün halen var olan Ayasofya çıkmış oldu. Mimarlar, deprem bölgesi olan İstanbul‘a, asırlarca ayakta kalacak bir yapı inşa edecekti. Bu zorluğa ek olarak Justinianus gibi hırslı bir patrona iş yapıyor olmak, adeta ateşten gömlek giymek demekti. Üstelik Justinianus, yapının birkaç sene içinde bitmesini istiyordu.
Ayasofya Mimarisi

Ayasofya mimarisi, dünya mimarlık tarihi içinde özel bir yer tutar. Mimarlar inanılmaz bir dehanın ürünü olan 32 metre çapında ve yerden 49 metre yükseklikte bir kubbe planladılar. Ancak bu kubbenin ağırlığı büyük sorun teşkil ediyordu.
Kimi tarihçilere göre yapının hafif olması için, tüm tuğlalar volkanik kayalardan yapıldı. Volkanik hammadde ise Rodos adasından getirildi. Tuğlaları birbirine tutturmak için o güne kadar kullanılmamış bir harç icat edildi. Bu harç, yapıyı 1500 yıldır bir arada tutmaktadır.
Merkez kubbe ne kadar geniş olursa olsun, binanın gerektirdiği ihtişamı yansıtmayacaktı. Bu yüzden merkez alanın çok daha geniş görünmesi için tarihte ilk kez görülen bir şey yapıldı. Merkez kubbenin iki yanında birer yarım kubbe inşa edildi ve böylece bir tam ve iki yarım kubbe ile iki kubbelik bir alan kazanıldı.
Bu iki yarım kubbe hem ekstradan devasa bir alan yaratmakta, hem de yanlara doğru baskı yapan merkez kubbeyi desteklemektedir. Bu yarım kubbeler de bazı çeyrek kubbeler tarafından desteklenir ve ana taşıyıcı duvarların üzerine zarif bir örtü gibi iner.
1. Ayasofya ve Erken Dönem Kilise Mimarisi

Üstteki resimde görüldüğü üzere merkezdeki kubbe, Doğu ve Batı yönündeki iki yarım kubbe tarafından destekleniyor. Bu sayede Ayasofya’da, erken dönem kilise mimarisi olan “Bazilika Planı” korunmuş oluyor.
Roma İmparatorluğu’nda yapılan ilk kiliseler olan Bazilikalar, dikdörtgen planlı yapılardı. Şayet tek bir merkez kubbe olsa, yapı kare şeklinde olacaktı. Ancak iki yarım kubbe ile yanlara uzatılan Ayasofya’nın mimari planı, Bazilika ile özdeşleşen ibadetlerin de yapılmasını mümkün kıldı.
2. Ayasofya’nın Destek Payandaları
Merkez kubbenin, yarım kubbeler üzerinde doğu-batı yönlerinde oluşturduğu baskı, zamanla büyük sorunlara sebep oldu. Geç Bizans döneminde batıya doğru kaymaya başlayan Ayasofya’yı desteklemek için büyük destek payandaları inşa edildi.
Osmanlı döneminde aynı sorun bu kez doğu kanadında görüldü. Ayasofya’ya Mimar Sinan tarafından inşa edilen devasa destek payandaları yapının günümüze kadar ayakta kalmasını sağladı. Söz konusu destek payandaları, Topkapı Sarayı‘na giden yolda görülebilir.
Ayasofya’da bu kaymalardan dolayı oluşan tahribat, ikinci kattaki sütunlar incelenerek çıplak gözle de görülebilir. Zira bazı sütunlar çok bariz bir şekilde yana doğru eğilmiştir.
3. Ayasofya’nın Kubbesi
Ayasofya’nın yapımına 532 yılında başlanmış ve 537 yılında tamamlanmıştı. Dünyanın o ana kadar görmüş olduğu en büyük yapı, rekor sayılacak bir zaman aralığında bitirilmişti.
Ne var ki, İstanbul’un bir deprem bölgesi olması sorunlara sebep olacaktı. 558 yılında meydana gelen büyük bir depremde Ayasofya’nın kubbesi yıkıldı ve çökerken yarım kubbelerden birini de yanında götürdü.
İmparator halen hayatta olsa da, yaşlı mimarlar çoktan ölmüştü. Mimarlardan Miletli İsidoros’un yeğeni olan biri vardı ve amcasının mimari öğretisini devralmıştı. Böylece “Genç Isidoros” Ayasofya’nın kubbesini onarması için görevlendirildi.
Genç Isidoros işi aceleye getirmedi, uzun süreye yaydı ve 4 senede çok sağlam bir kubbe inşa etti. Kubbe orijinal yüksekliği olan 49 metreden, günümüzdeki yüksekliği olan 56 metreye çıkarıldı.
Genç Isidoros, yeni kubbeyi daha hafif tuğlalardan inşa etti ve 40 tane de pencere ekledi. Nihayetinde kendisinin yaptığı kubbe 1500 yıldır halen ayakta durmaktadır.
4. Osmanlı Döneminde Ayasofya Camii

Ayasofya, Bizans dönemi boyunca şehrin en önemli mabedi olarak kaldı. Depremler, fırtınalar ve kuşatmalar gibi zorluklarda halk Ayasofya’nın kubbesinin altına sığındı. Kubbenin etrafındaki meleklerin şehri koruduğuna inanılırdı. Orta Çağ boyunca Ayasofya, Bizans dini hayatının merkezi olarak kaldı ve çeşitli efsaneler ile özdeşleştirildi.
1453 yılındaki fetihten sonra Ayasofya bu kez Müslümanların eline geçti ve şehir halkı tarafından yine çok sevildi. Osmanlı döneminde Ayasofya Camii, padişahlar tarafından düzenli olarak restore edildi. Mimar Sinan da Ayasofya’yı restore eden saray mimarlarından biridir.
Fatih Sultan Mehmet ve onu takip eden Padişahların hepsi Ayasofya’ya büyük önem vermiş ve özel günlerde burada dua etmişlerdir. Ayasofya’nın içini gezerken Sultan III. Murad tarafından Bergama‘dan getirilen mermer küpleri, Sultan I. Mahmud tarafından eklenen kütüphaneyi ve Kanuni Sultan Süleyman tarafından getirilen dev şamdanları görebilirsiniz.
5. Avludaki Padişah Türbeleri

Padişahların Ayasofya’ya verdiği önemin bir kanıtı da Ayasofya’nın avlusundaki padişah türbeleridir. Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu II. Selim ve onu takip eden birkaç padişah Ayasofya‘ya defnedilmiştir.
Osmanlı padişahları, eğer kendilerine bir cami inşa ettirdilerse, oraya gömülürlerdi. Ancak Sultan II. Selim, Edirne‘de Selimiye Camii‘ni inşa ettirmiş olmasına rağmen, Ayasofya’daki türbesine defnedilmeyi tercih etmiştir.
Kanuni Sultan Süleyman gibi çok büyük bir padişahın ardından gelen İkinci Selim, genel anlamda babasının gölgesinde kalmıştır. Ancak az bilinse de, Ayasofya’nın günümüze kadar ulaşmasını sağlayan padişahtır.
Ayasofya’nın etrafındaki virane evler ve kahvehaneler onun zamanında yıkılmış ve koruma duvarı yapılmıştır. Doğuya kaymaya başlayan Ayasofya, dev payandalar ile desteklenmiş ve ömrü uzatılmıştır.
Ayasofya’yı gezdikten sonra, binanın doğu yönüne (yani Topkapı Sarayı’na gidiş istikametine) giderek padişahların türbelerini de ziyaret edebilirsiniz. Padişah Türbeleri için giriş ücretsizdir. Türbelerden biri Mimar Sinan tarafından yapılmıştır ve içinde İznik çinilerinin en güzel örneklerini barındırır.
Ayasofya Mozaikleri
Ayasofya mozaikleri, 9. Yüzyıl ile 13. Yüzyıl arasında yapılmış Orta Çağ’dan kalma Bizans sanat eserleridir. En eski mozaik ana mekandaki Meryem Ana ve Hz. İsa eseridir. Üst katta da enfes mozaikler görülebilir.
1. İmparator VI. Leon Mozaiği

Ayasofya’nın İmparator Kapısı’nı süsleyen VI. Leon Mozaiği aslında hüzünlü bir öyküyü simgeler. Rivayete göre İmparator Leon üç kez evlenir, fakat her seferinde eşleri çeşitli hastalıklardan dolayı ölür. Dördüncü kez evlenmek istediğinde, Bizanslı din adamlarının muhalefeti ile karşılaşır.
İmparator, kilisenin ve halkın lütfunu kazanmak için büyük çaba harcar. Bu iyi niyetin simgesi olarak da, imparator kapısı üzerine mozaik yerleştirilir. Sonuçta İmparator Leon, şartları zorlayarak da olsa bir kez daha evlenir.
2. Apsis’teki Meryem ve İsa Mozaiği

Apsis’teki Meryem ve İsa mozaiği, Ayasofya‘da günümüze ulaşan en eski mozaiktir. Bizans İmparatorluğu’nda 726 ile 842 yılları arasında süren İkonoklazm (İkona Karşıtlığı) isimli bir dönem vardı. Bu dönemde Bizans imparatorları, tasvirleri puta taparlık olarak gördüler ve imparatorluk sınırları içindeki tüm mozaikleri, ikonaları ve freskleri yok ettiler.
Bu yüzden Ayasofya’nın erken dönemlerinden kalma hiç mozaik yoktur. Hatta tüm İstanbul’da 842 öncesinden kalma bir mozaiğe rastlanmaz. Kariye Camii‘ndeki Bizans mozaikleri, Ayasofya ile karşılaştırınca çok yenidir.
3. Deisis Mozaiği

Deisis Mozaiği, Ayasofya’daki en meşhur mozaiktir. Ünü sınırlarımızın çok ötesindedir. Bizans sanatının zirvesi olarak kabul edilir. Mozaiğin ortasında Hz. İsa, solunda Hz. Meryem ve sağında ise Vaftizci Yahya görülebilir.
Kıyamet gününü tasvir eden bu mozaikte, Meryem ve Yahya, İsa’dan insanların günahlarının affedilmesini dilemektedir. Bizans sanatında çok sık rastlanan bir kompozisyondur ve oldukça dokunaklı bir anı betimler.
4. İmparatoriçe Zoe Mozaiği

İmparatoriçe Zoe Mozaiği, Bizans tarihinde tartışmalı bir dönemi temsil eder. İmparatoriçe Zoe’nin babası varis bırakmadan ölmüştür. Zoe’nin evleneceği kişi imparator olacaktır. Devlet erkanının uygun gördüğü bir adamla (Bkz: III. Romanos) evlenir.
Fakat İmparatoriçe sonra başka birine aşık olur. Birinci kocası esrarengiz bir şekilde banyoda ölü bulunur! Böylece Zoe, aşık olduğu adamla (Bkz: IV. Mihail) evlenir. (Bazı kaynaklar aynı gün içinde yeniden evlendiğini öne sürer).
Ne var ki, ikinci kocası da ölümcül bir hastalık nedeniyle hayatını kaybeder. Bu kez yakışıklı bir bürokrat olan Konstantin Monomakhos ile evlenir. Mozaik aslında Zoe’nin ilk evliliğinin anısına yapılmıştı. Fakat imparator değişince, mozaikteki adamın yüzü kazındı ve en son eş olan IX. Konstantin’in yüzü ile değiştirildi.
5. Komnenos Ailesi Mozaiği

Komnenos Ailesi Mozaiği, 12. Yüzyıl’dan kalmadır ve ailenin Ayasofya’ya yaptığı bağışı simgeler. Solda imparator II. Ioannes Komnenos, sağda ise Macar Kralı’nın kızı olan eşi Eirene var. Komnenoslar mozaiğinin en sağında ise oğulları, tahtın varisi Aleksios görülebilir. Hastalanıp öldüğü için tahta geçememiştir.
6. Justinianus ve Konstantin Mozaiği

Doğu Roma’nın en önemli imparatorları olan Konstantin (Constantinus) ve Jüstinyen (Justinianus) mozaiği, Ayasofya’nın çıkış kapısının üstündedir. Çıkışta konumlandığı için kolayca gözden kaçabilir.
Mozaiğin sağında, Roma İmparatoru Konstantin; elinde sembolik olarak tuttuğu başyapıtı Konstantinopolis’i, Meryem ve İsa’ya sunmaktadır. Solda ise Ayasofya’yı inşa ettiren İmparator Justinianus vardır. O da aynı şekilde başyapıtı olan Ayasofya’yı, Meryem ve İsa’ya sunar.
İlk bakışta ellerinde bir maket tutuyor gibi gözükseler de, mozaik onların kutsal amaçlarla gösterdiği iradeyi simgeler. Bizans tarihinde Kutsal Kilise olan Ayasofya ve Kutsal Şehir olan Konstantinopolis, göklerdeki gerçek sahiplerine sunulmaktadır.
Mozaik, 300’lü yıllarda yaşamış olan Constantinus ve 500’lü yıllarda yaşamış olan Justinianus‘un ölümünden çok sonra yapılmıştır. 10. Yüzyıl‘a tarihlenen ve 1000 yaşında olan bir mozaik için mükemmel durumdadır.
Ayasofya Ziyaret Saatleri 2023

Ayasofya Camii ziyaret saatleri 2023 yılı itibari ile sabah 10:00 ile akşam saat 22:00 arasındadır. Ancak cami olduğu için namaz saatlerinde turistik ziyaretlere kısmen kapalıdır.
Ocak 2023 itibariyle Ayasofya namaz saatlerinde tamamen kapanmıyor. Caminin ortasında namaz bölümünü ayıran bariyerler var ve Ayasofya’yı namaz saatlerinde ziyaret ederseniz bu bariyerleri geçemiyorsunuz.
Sultanahmet Camii de dahil olmak üzere İstanbul camileri, namaz saatlerinde kapalı bölüme turistik ziyaret kabul etmemektedir. Ancak Ayasofya’da bu kuralın katı bir disiplinle uygulanmadığını görüyoruz.
Bu durumda Ayasofya’yı gündüz (turistik ziyaret için belirlenen zaman dilimi içerisinde) ziyaret edebilirsiniz. Ancak ibadet saatlerinde giderseniz ana mekanın merkezine gidemediğiniz için deneyiminiz kısıtlı olacaktır.
Ayasofya’nın girişinde uzun kuyruklar görebilirsiniz. Bunun nedeni ziyaretçilerin gruplar halinde kabul edilmesidir. Çok uzun gibi görünen bir kuyruğun sonunda olsanız bile caminin girişi bir sonraki gruba açıldığında kısa sürede girebilirsiniz.
Son Söz

İstanbul’da yaklaşık 18 yıldır profesyonel rehberlik yapan biri olarak sizinle Ayasofya tarihi ve mimarisi hakkında bildiklerimi paylaştım. Elbette Ayasofya gibi 1500 yıllık bir yapı ile ilgili detaylar kısa bir makaleye sığmayacak kadar çok. Bu sebeple Ayasofya’yı sevenlerin daha çok araştırma yapması gerekecektir.
Ayasofya tarihi, mimarisi ve mozaikleri hakkında daha çok bilgi için Stefanos Yerasimos, Semavi Eyice ve Sedat Bornovalı gibi kıymetli tarihçilerin eserlerine başvurabilirsiniz.
Ben Ayasofya’ya ilk adım attığımda 18 yaşındaydım. Bugün 43 yaşındayım ve yüzlerce kez ziyaret etmiş olmama rağmen hala bu yapıyı gezerken büyük bir heyecan duyuyorum. Ayasofya gerçekten de İstanbul’un en kıymetli mücevherlerinden biri.
Bu yazıda Ayasofya hakkında paylaştığım bilgilerin sizlere faydalı olduğunu umuyorum. Bu sitenin sayfalarında İstanbul’un diğer tarihi eserleri ile ilgili buna benzer özet yazıları bulabilirsiniz. Keyifli okumalar dilerim.
Ayasofya Tarihi ve Mimarisi by Serhat Engül
Leave a Reply