Pantokrator Manastırı Kilisesi, İstanbul’un Fatih ilçesinde bulunuyor. Haliç’ten Tarihi Yarımada’ya bakınca heybetiyle dikkat çeken yapı, günümüzde Zeyrek Camii olarak hizmet veriyor. Bizans döneminde inşa edilen ve Orta Çağ’da şehrin en önemli üçüncü kilisesi olan Pantokrator Manastırı, imparatorların gömüldüğü yerdi.
12. Yüzyıl’dan itibaren başta Komnenos Hanedanı üyeleri olmak üzere, birçok Bizans hanedan mensubu buraya defnedildi. Osmanlı döneminde Molla Zeyrek Camii adıyla ibadete açılan yapı, yakın zamanda büyük çaplı bir restorasyon geçirdi. Bu yazıda size Pantokrator Manastır Kilisesi‘nin tarihi ve mimarisi hakkında bilgi vermeye çalışacağım.

İstanbul’un Tarihi ve Anıtsal Yapıları
Antik Yunan kenti olan Byzantion, 330 yılında Roma İmparatorluğu’nun yeni başkenti olmuştu. İmparator Büyük Konstantin’in emriyle 324 ile 330 yılları arasında tekrar inşa edilen kent, Roma mimarisi ile donatıldı.
İmparatorların yaşadığı Büyük Saray, yarışların yapıldığı Hipodrom, kent meydanı olan Konstantin Forumu ve anıtsal bir kilise olan Havariyyun Kilisesi, kentin en önemli yapılarıydı.
Şehrin sınırları bizzat İmparator Konstantin tarafından belirlenmişti. Günümüzde Ayasofya ve Topkapı Sarayı’nın bulunduğu Sultanahmet bölgesinden başlıyor ve Unkapanı’nda (Atatürk Bulvarı) sona eriyordu.
Kuruluşu takip eden birkaç on yılda Konstantinopolis dünyanın en büyük kenti haline geldi. Nüfusun artması nedeniyle şehir duvarlarının genişletilmesi gerekiyordu. İmparator II. Theodosius döneminde bugün bildiğimiz İstanbul Surları inşa edildi ve şehir genişletildi.
Roma Kültünün Helenleşmesi
Konstantinopolis, Antik Roma’nın mirasını taşıyan bir kent olarak kurulmuştu. Roma İmparatorluğu‘nun kadim başkenti olan Roma’daki birçok gelenek, Konstantin tarafından buraya taşınmıştı. Ancak Doğu kültürünün etkisinde kalan Roma Sarayı, İmparator Konstantin ile İmparator Heraklius arasında geçen 300 yıl boyunca Helenleşti.
600’lü yılların sonuna gelindiğinde, Konstantinopolis’te Latin kültürü neredeyse yok olmuştu. Antik Yunan‘ın güçlü kültürel mirası, Latin kültünü dönüştürmüştü. Ortaya çıkan melez kültür ne tam olarak Batılı, ne de Doğulu sayılırdı. Bu sebeple modern zaman tarihçileri, Roma İmparatorluğu’nun devamı olan Doğu Roma‘ya, şehrin antik dönemdeki adından esinlenerek “Bizans” ismini verdiler.
Orta Çağ’da Konstantinopolis
Tarih boyunca birçok badireler atlatan Bizans, her şeye rağmen asırlarca ayakta kalmayı başardı. Ancak feodal bir düzene sahipti ve hanedanlar arasında paylaşılmıştı. Siyasi gücü ele geçirmek isteyen aileler, birbirleri ile büyük bir rekabet içindeydi. Bu düzen başkent Konstantinopolis’te de kendini gösterdi. Güçlü aileler, yandaşları ile birlikte çeşitli semtlerde saraylar ve manastırlar kurdular.
Konstantinopolis’in dillere destan yapısı olan Büyük Saray, bu vesileyle önemini yitirmeye başladı. İmparatorlar 11. Yüzyıl’dan itibaren Blakhernai Sarayı’nda yaşamaya başladılar. Günümüzün Ayvansaray semtinde olan bu saray, İstanbul Surları ile bitişikti. Marmara Denizi’nden başlayan büyük duvarların, Haliç ile kavuştuğu yerdeydi.
Eskimiş olan Büyük Saray terk edildiği gibi, imparatorların anıt mezarı olan Havariyyun Kilisesi de önemini yitirmişti. Konstantin, Justinianus ve Heraklius gibi geçmişin en önemli imparatorlarının gömüldüğü bu kilise de artık gözden düşmüştü.
Pantokrator Manastırı Kilisesi Tarihi
Bu akımın etkisiyle Komnenoslar, hanedan üyelerinin gömüleceği, yeraltı mezarlığına sahip bir kilise tasarladılar. Pantokrator İsa Manastırı adı verilen bu kilisede, onlarca papaz hizmet verecekti. Bu amaçla kurulan vakıfta 80 kişilik bir manastır, 45 kişilik bir papaz topluluğu ve 50 yataklı bir hastane olacaktı. (1)
Pantokrator Manastır Kilisesi, birbirine bitişik üç ayrı yapıdan oluşur. Bu yapıların mimari anlamda bir bütünlük oluşturduğunu söyleyemeyiz. Ancak yine de ortaya çıkan tarihi eser heybetiyle oldukça etkileyicidir.
Zeyrek Camii olan Pantokrator Manastırı

Güney Tarafındaki İlk Kilise
1118’de yapımına başlanan ilk kilise, Hz. İsa‘ya adanmıştı. İmparator I. Aleksios‘un (Alexios I Komnenos) eşi Eirene tarafından yapımına başlanan bu kilise, imparatoriçenin ölümünden sonra oğlu II. Ioannes tarafından tamamlandı. Kare planlı yapının üzerinde 7 metre çapında bir kubbe vardı.
Osmanlı dönemindeki seyyahların yazıtlarında, kubbenin etrafını çevreleyen dört adet kırmızı sütundan söz edilmektedir. Ancak 1766’da meydana gelen depremden sonra hasar gören binanın sütunları yenilendiği için, eski sütunların yerini barok nizamında yeni sütunlar almıştır.
Güney tarafındaki kilisenin dikkat çeken bir diğer özelliği ise muhteşem vitraylarıydı. Avrupa‘da vitray sanatının henüz başlangıç aşamasında olduğu bir dönemde, İstanbul’daki bu kiliseyi şahane vitraylar süslemekteydi. O dönemde Avrupa’da mavinin elde edilmesi oldukça zor bir renk olması, Avrupalıların Bizans vitraylarındaki renge “Yunan Mavisi” demesine yol açmıştır.
Kuzey Tarafındaki İkinci Kilise
Üst satırlarda bahsettiğimiz birinci kilise Pantokrator (her şeye gücü yeten) İsa’ya adanmıştı. II. Ioannes (John II Komnenos) tarafından inşasına başlanan ikinci kilise ise Meryem Ana’ya adandı.
Annesinin inşa ettirdiği ilk kilisenin yanına ikinci bir kilise konduran II. Ioannes, bazı zorluklarla karşılaşmıştı. Kuzey yönündeki yeni kilise, önceden inşa edilen kilise ile aynı boyutlarda yapılamıyordu. Bu sebeple ilk kilisedeki kare planlı yapı korunamadı ve dikdörtgen şeklinde oldu.
Projenin en başından itibaren kilisenin Komnenos Hanedanı‘nın mezar şapeli olması tasarlanmıştı. Bu amaçla Hz. İsa’ya adanmış olan Güney Kilisesi ve Hz. Meryem’e adanmış olan Kuzey Kilisesi arasına bir şapel inşa edildi. Böylece birbirinden farklı boyutlara sahip olan iki kilise, ortasına inşa edilen bir şapel ile birleştirildi.
İmparator, şapelin üzerine mümkün olduğu kadar büyük bir kubbe oturtmak ve yapının görkemini artırmak istemişti. Ancak kubbe önceden inşa edilen iki kilisenin yan duvarlarına yaslanacaktı ve alanı kısıtlıydı. Kilise, uzun çapı 8, kısa çapı ise 7 metreye denk gelen bir kubbe ile örtüldü.
Güney ve kuzeydeki kiliseler ve şapelin birleşmesiyle ortaya heybetli bir yapı çıkmıştı. Pantokrator Manastır Kilisesi, Ayasofya ve Havariyyun kiliselerinin ardından Konstantinopolis’in üçüncü büyük kilisesi oldu.
Geç Dönem İmparatorlarının Mezar Şapeli
Pantokrator Kilisesi, imparator ailesinin mezar şapeli olma özelliğini Bizans İmparatorluğu’nun son yıllarına kadar sürdürmüştür. Önce Komnenos Hanedanı, Latin İstilası‘ndan sonra ise Paleologos Hanedanı’ndan birçok kişi buraya defnedildi. Pantokrator Manastır Kilisesi’ne en son gömülen kişi, son Bizans imparatoru XI. Konstantinos Paleologos‘un annesi Helena Dragazes oldu.
Osmanlı Döneminde Molla Zeyrek Camii
Pantokrator Manastır Kilisesi, İstanbul’un fethinden sonra camiye çevrildi. Fatih Sultan Mehmet döneminin ileri gelen din alimlerinden Molla Zeyrek’e ithaf edilen cami, uzun yıllar hizmet verdi. 2009 yılında tadilata giren ve uzun bir süre kapalı kalan Molla Zeyrek Camii, 2019 yılında tekrar ibadete açıldı.
Pantokrator Manastır Kilisesi Yazısı İçin Kaynak Eser:
(1) Bu yazıda, Prof. Stefanos Yerasimos’un, Tarih Vakfı Yurt Yayınları‘ndan 2000 yılında yayımlanan İstanbul İmparatorluklar Başkenti isimli eserinden bazı alıntılar vardır. (Sf. 92 ve 93). Bu kitap, şehrin bin yıllara dayanan köklü tarihini sevdirecek ve benimsetecek bir başyapıttır ve kesinlikle tavsiye edilir.
Pantokrator Manastırı Kilisesi Tarihi by Serhat Engül
Leave a Reply